Skip to main content

Utancın Çöküşü: Dik Duran Kadınlar

Submitted by kadinzamani on
Utancın Çöküşü: Dik Duran Kadınlar

6 Şubat depreminde kadına yönelik şiddetin, kadın ile erkek arasındaki farkın, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ne denli yüksek olduğunu ve ne kadar meşrulaştırıldığını gördük. Peki biz bu meşruluğu tanıdık mı? Asla! “Hiçbir kadın, hele ki böylesi bir felakette, toplumsal baskılardan dolayı utandırılamaz” dedik ve kadınlar olarak en hızlı şekilde organize olduk.

Bir yıl önce pek çok şehri etkileyen 6 Şubat depremi yaşandı, üzerinde çok konuşuldu, hiçbir şey yapılmadı. İnsanlar bir anda her şeyini yitirmişti. En ağırı ise; sevdiklerini, aileni, komşunu, yol arkadaşını yitirmekti. Sağ kurtulanlar bir yandan kayıplarının acısını yaşarken bir yandan da onlara dayatılan zorlukları sırtlandı. Kadınlar içinse durum çok daha vahimdi. En temel gereksinimlerini talep ederken utandı, utandırıldı! Sahi, biz kadınlar tarih boyunca hep utanmaya mahkum edilmiştik, değil mi?

Depremin hemen sonrasında, çalışma yürüttüğüm dernekteki kadınların birçoğuyla İstanbul’dan deprem bölgesine doğru yola çıktık. Kadınlarla dayanışmak, yalnız olmadıklarını hissettirmek ve “Biz birlikte olursak bu sorundan çıkarız” demek için yola koyulduk. Ben Adıyaman’a gitmeyi tercih etmiştim.

 

Eril kalıplarla kodlanmış, “makul” yaşamı içselleştirmiş bir toplumda siz; erkeklerin ardından gelen kişiler olur, makul kadın olmak zorunda bırakılırsınız. İşte böyle bir aklın hakim olduğu Adıyaman’da kadınlar, sıra bekledikleri yardım çadırlarında utandırıldı.

En temel ihtiyaçlar için bile günlerce dayanışma çadırları önünde bekleyebiliyordu insanlar. İşte ben o çadırlardan birinde, her şeyini yitirmiş insanlarla bir şeyler paylaşmak ve çare aramak için çabalıyordum. Elbette sadece kadınlar değildi en temel haklarına erişimden mahrum edilen. Deprem bölgesindeki tüm insanlar buna maruz bırakıldı fakat bir kadın hakları aktivisti olarak, öncelikle kadınların maruz bırakıldığı bazı durumları, depremin birinci yılında dile getirmek istedim çünkü Adıyaman’da olduğum süre boyunca pek çok utanmalara, çekimserliklere, korkulara tanıklık ettim. Başlıca isteklerini dile getiremeyen kadınlar, dile getirince susuturulan ve küçük görülen talepler…

Tarih boyunca kadınlardan beklenen; hep kendinden başkası için nefes almak, başkası için yaşamak ve kendinden başkaları için mücadele etmektir. Bunları yapmayan bir kadın, “utanmaya” mahkum edilecektir. Yaşadığımız coğrafyada kadın olmak, hep bir başkası üzerinden tanımlanan bir kadın olmak ağır sonuçlara neden olabilir ve ağır sorgulamalara itebilir sizi. Ben de böyle bir sorgulama içindeydim. Eril kalıplarla kodlanmış, “makul” yaşamı içselleştirmiş bir toplumda siz; erkeklerin ardından gelen kişiler olur, makul kadın olmak zorunda bırakılırsınız. İşte böyle bir aklın hakim olduğu Adıyaman’da kadınlar, sıra bekledikleri yardım çadırlarında utandırıldı. İhtiyaçlarını talep etmekten çekindi, hakkı olduğu halde. Köylerde ihtiyaç tespiti yapmaya çalışan erkek muhtarlar, kadınların en temel ihtiyaçlarını “Şimdi bunun sırası mı?” diyerek listeye eklememeyi kendinde hak gördü. Menopoza girmiş bir kadın, yaşadığı şok anlarından sonra yeniden regl olmaya başlayabiliyor fakat bunu aylarca en yakınından bile saklama ihtiyacı hissediyor. Utandırılıyor. Utancından ötürü ihtiyacını dile getiremiyor. Kadınların yaşam döngüsünü reddeden erkek akıl bu cesareti nereden alıyor? Bu tahakküm, bu şiddet kadınlara hangi hakla reva görülebiliyor?

Susturulan kadınlar, fizyolojik ihtiyaçlarını talep edenler değildi sadece. Psikolojik ve varoluşsal ihtiyaçları reddedilenler de vardı. Yalnız yaşayan kadınlara çadır desteği sağlanmadığı için birçoğu ailesinin ya da bir yakınının evine dönmek zorunda bırakıldı. Bir kadın için en zor şeylerden biri “kendine ait bir oda” yaratmak ve orada yaşamak, özgürleşmektir. İşte bunu başarmış, yalnız ama aslında bir o kadar da kalabalık bir yaşam içindeki kadınların hayatı bir anda alt üst oluyor. Erkek devlet de bunu fırsat görüp hemen onu cezalandıracağı bir duruma ortam hazırlıyor. Cezalandırmak diyorum çünkü bu tam da böyle bir tahakküm. “Makul kadın değilsin, öyle yalnız başına yaşıyorsan sana bir ders vermek gerek.” der erkek akıl. En kötü anlarda, felaket zamanlarında krizi fırsata çevirir çünkü kendini buradan var eder. Ahlak mühendisliğine soyunur ve yaşadığınız travmayı, acıyı başka travma ve acılarla katbekat arttırır.

Hiçbir kadın, erkek devlet ve bu akıl karşısında utanmamalı. Utanacak olan, yaşamının gereklerini talep eden kadınlar değil, bunca ölümün sorumlusu olan sistemdir. Kadınlar önce insan olmak için direndi, sonra da insanca yaşamak için. Biz bu direniş ruhunu bir an olsun yitirmedik.

6 Şubat depreminde kadına yönelik şiddetin, kadın ile erkek arasındaki farkın, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ne denli yüksek olduğunu ve ne kadar meşrulaştırıldığını gördük. Peki biz bu meşruluğu tanıdık mı? Asla! “Hiçbir kadın, hele ki böylesi bir felakette, toplumsal baskılardan dolayı utandırılamaz” dedik ve kadınlar olarak en hızlı şekilde organize olduk. Mor tırlarımız her gün bir şehre gidiyordu ve o şehirlerde kadınlar, bizden temel ihtiyaçlarını talep ederken utanmıyordu. Artık kadınlar vardı yanında, kadın dayanışması vardı.

Erkek devlet, kadını yüzyıllardır utanmaya mahkum etmeye çalıştı fakat bu yüzyıl; kadınların tüm utanmaları, ayıpları, tabuları yıktığı bir yüzyıl. Erkek aklın yarattıklarını yıkıp kadının varoluşunu ve özgürleşmesini inşa ediyoruz. İşte bu inşanın en değerli halini de 6 Şubat depreminde gördük. Ulaşabildiğimiz noktalarda bu özgürlük inşasına katkıda bulunduk.

Hiçbir kadın, erkek devlet ve bu akıl karşısında utanmamalı. Utanacak olan, yaşamının gereklerini talep eden kadınlar değil, bunca ölümün sorumlusu olan sistemdir. Kadınlar önce insan olmak için direndi, sonra da insanca yaşamak için. Biz bu direniş ruhunu bir an olsun yitirmedik. Sevdiklerimizi, yakınlarımızı, arkadaşlarımızı, evlerimizi veya sahip olduğumuz birçok maddi şeyi yitirmiş olabiliriz fakat direniş ruhunu, erkek şiddetine karşı mücadele azmini asla yitirmedik. 6 Şubat’ın birinci yılında yaralarımız çok taze, öfkemiz hâlâ çok diri ama eril egemenliğin yıkımını gerçekleştirme istediğimiz de aynı şekilde canlı. Belki de artık daha fazla istiyoruz özgürlüğümüzün inşasını.

 

https://www.politikart.net/yazi/utancn-cokusu-dik-duran-kadnlar