Kadına Yönelik Şiddet
Şiddet en temel ifadesi ile bir kişi veya toplum üzerinde tahakküm kurma davranışı olarak tanımlanabilir. Bireysel olarak kabul edilen bir eylem olsa da aslında şiddet bir toplumsal olgudur. Şiddeti uygulayan kişi şiddet olayının birinci derece de sorumlusu olsa dahi, şiddete sessiz kalanlar, şiddet durumunu görmezden gelenler ve hatta destekleyenler de en az şiddet uygulayıcısı kadar şiddet olayından sorumludur.
Kadına yönelik şiddet de salt bir şekilde bir erkeğin bir kadına olan şiddeti olarak görmek durumun bireysel bir sorun olarak önümüze getireceği için bizi çözüm yollarından uzaklaştırır ve şiddet olayı sadece bir öfke kontrol sorunu ve yaratılış doğası konumundan çıkarmaz. Çünkü şiddet güç-iktidar ilişkilerinin kadın üzerindeki yansımalarıdır. Kadının psikolojik , fiziksel, cinsel ve ekonomik şiddetle ikincil kılınması 5 bin yıllık bir tarihte sistematik olarak uygulanmıştır. Bu süregelen şiddet döngüsü kadını tahakküm altına almış, toplumsal cinsiyet rolleriyle yaratılan kadın kimliği şiddetle ve sistemin dayattığı tüm yöntemlerle yeniden yaratılmaya çalışılmış, “Makul kadın olmama” safsatasıyla “şiddet”erkeğe verilmiş bir hak, kadına ise bir ceza olarak kabul ettirilmiş . Bu kabul ettirilme kadına yönelik cezalandırma politikası olarak da açığa çıkmıştır.
Kadına yönelik şiddet davaları süresinde yargısal mekanizmalarda da bu zihniyetin yansımasıyla karşılaşıyoruz ve şiddet failini yargılama çoğu zaman bir cezasızlık politikasıyla işletiliyor. Bu noktada şiddet uygulayan erkeğe karşı cezasızlık politikasının uygulanması şiddeti normalleştirip gerek devlet politikaları gerekse toplumsal gelenekler ile bu sistem giderek pekiştirilmektedir. Kadın direnemez diyerek sokağa çıkıp bir kadını öldürmek bu durumun yansımasıdır. Yaşadığımız coğrafya açısından kadın cinayeti haberiyle uyanmadığımız bir gün yok neredeyse, kadın cinayetlerinin kadın kırımı haline gelmesi ve devlet politikalarının ve yargı mekanizmasının caydırmak yerine tetikleyecek cezaların vermesi , akabinde İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması kadınların haklı mücadelesine ket vurup kadını eve, şiddet ortamına hapsetmekten başka bir amaç güdülmediğini gösteriyor bize. Kadınlar tüm bu katliamların, kırımın, cinsiyetçi politikanın karşısında örgütlülüğünü koruyup her geçen gün mücadelesini büyütüyor.
Bu 25 Kasım da bir daha gördük ki kadına şiddetle mücadelenin yanında kadınların gücünden de söz etmemiz gerekir evet şiddet var, kırım diyebileceğimiz kadın cinayetleri yaşanıyor ama tüm bunlara karşı örgütlenen ve bilinçlenen kadın sayısı da azımsanmayacak kadar çok. Toplumun tüm kurumlarında toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derinleştirilmesine karşı kadınların sözü var. Bu şiddet döngüsüne karşı kadınlar hala üretiyor ve var edebiliyor bu sene şiddetle mücadelenin yanı sıra bu gücü ve bu gücü büyütmek için verilecek çabayı da konuşmak gerekir. Çünkü kadınlar öyle bir yola çıktı ki artık durdurulamayacaklar, etrafını çepeçevre saran kabuklarını kırdılar ve özgürlüğü yeniden hissettiler bu özgürlüğü sonsuz ve gerçek kılmak için şimdiki mücadele kadının özgürlük zamanına erişmesi için büyüteceği mücadele ve dayanışmadır. Esas olarak şiddet ile mücadele için ataerkil sistem ve devlet ile mücadele etmek gerekir bizler bunu biliyoruz. Erkek tekelindeki tüm kurumlara karşı kadın dayanışması ve mücadelesi kazanımlar elde ederek ilerliyor.